Sağırlık ve körlüğümüz…

Geçen yıla kıyasla milyoner sayısının 250 bin arttığı Almanya'da, orta kuşağın' gelecek kaygısının sosyal hayata etkilerini düşünmek ürkütüyor insanı. Peki bu gidişat, ülke idarecilerinin gündeminde layık olduğu yeri alıyor mu? Maalesef hayır.

Muhsin Ceylan yazdı:
Muhsin Ceylan yazdı:

Türkiye-Almanya ilişkileri son dört yılda çok ciddi türbülanslarla geçti. (Detaylı değerlendirme Şefik Kantar’ın „Gidişat nereye?“ yazısında) İlişkileri normalleştirmek isteyen Türkiye ve Almanya, ekonomiye odaklandı. Federal Ekonomi ve Enerji Bakanı Peter Altmaier Türkiye’yi ziyaret yoluna çıktığında, Federal Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’ye seyahat yapacaklara yönelik, sosyal medya yorumları ve isimsiz ihbarcılar konusunda uyarıda bulundu.

Almanya ile Türkiye ilişkileri netlik kazanmak yerine, karşılıklı ucu açık söylemlerle sürdürülüyor. Almanya’nın Türkiye politikası ve tersi çok ciddi çelişkilerle dolu. Bunun değişmesi şimdilik mümkün gözükmüyor. Yani Almanya’nın Türkiye, Türkiye’nin Almanya politikası; ne Türkiye’li, ne de, Türkiye’siz, epey bir zaman daha sürecek gibi gözüküyor. İlişkiler, iki ülkenin de diğerine ekonomik bakımdan duyduğu ihtiyaçtan dolayı kesilmeden soğukta olsa sürdürülecek. Bu atmosferde, biz Almanya Türkleri iki tarafında gündeminde değiliz. Bunu Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Eylül sonundaki iki günlük Almanya ziyaretinde de Türk medyasında yazılanların aksine net bir şekilde gördük.

Almanya Türklerinin bugünleri ve geleceklerini en derinden etkileyen konuşmaktan ısrarla kaçındığımız konuların başında, Almanya’da yoksulluk gelirken, bizim bu gelişmeye sağırlık ve körlüğümüz ısrarla sürüyor. Çeşitli kurum ve enstitülerin raporlarına göre, Almanya’da yoksulluk riski altındaki çocukların sayısı artıyor. Her beş çocuktan birinin ailesi geçim sıkıntısı çekiyor. Ekonomik canlanmanın yaşanmasına, işsiz sayılarının resmi açıklamalara göre azalmasına rağmen; çocukların fakirlik içinde yetişme riski rekor düzeye çıkmış bulunuyor. Federal İstatistik Dairesi’nin verilerine göre, 18 yaşından küçük her beş gençten biri fakir.

Almanya’da emekliler her geçen gün yoksullaşıyor ve gelecekte bunların sayıları milyonlarla ifade edilecek. Çalıştığı halde yoksullaşanların sayısı ise roket hızıyla yükseliyor. Özellikle de yalnız yaşayan kadınlar ve çocukları. Almanya’da ‚orta kuşağın‘ gelecek kaygısı artarken, toplumun en zayıf halkasından göçmen asıllıların geleceklerini kurumsal olarak ciddi manada kafa yoranlarımızın olmaması gelecek adına ciddi kaygı verici.

Bertelsmann Vakfı’nın son araştırmalarından birinin sonuçlarına göre, dünya ihracaat şampiyonu skalasında ikinci üçüncü sıradaki Almanya’da gelir dağılımındaki adaletsizlikten ister çalışırken, ister yaşlılıkta fakirleşme riski her geçen gün büyüyor. Meslek eğitimi almayanların, tek başına çocuk yetiştiren bayanlar başta yalnız yaşayanların ve uzun süreli işsizlerin emekli aylığıyla geçinmeleri gün be gün imkansız hale geliyor. Çocuklarının dörtte birinden fazlası yoksulluk ve sosyal dışlanma yaşadığı Almanya’da gelecek, bugünlerden daha çok sıkıntılı olacak.

Zengin ülkede fakir olmak, asli yerlisi yeni yerlisi yani göçmen asıllısından bağımsız olarak, bilhassa genç kuşakların kimlik ve aidiyetlerini menfi manada doğrudan etkiliyor. Milyonlarca göçmenin yoksulluk sınırında yaşadığı Almanya’da, göçmenler için yoksullaşma riski, asli yerlilere kıyasla iki kat fazla. Sosyal Adalet Endeksi rapor sayılarına baktığımızda, tam gün çalışmakla birlikte fakirleşme tehlikesi her geçen gün artıyor.

Geçen yıla kıyasla milyoner sayısının 250 bin arttığı Almanya’da, orta kuşağın‘ gelecek kaygısının sosyal hayata etkilerini düşünmek ürkütüyor insanı. Peki bu gidişat, ülke idarecilerinin gündeminde layık olduğu yeri alıyor mu? Maalesef hayır. Almanya’da büyük koalisyon ortağı partilerin toplam oy oranı yüzde kırkların altına düşerek son yirmi yılın en düşük seviyesine geriledi. Bu daha da gerileyecek. Takii, ülke insanının yaşadıkları problemler, politika ajandasında olması gereken yere taşınıncaya kadar. Buna ülke yeni yerlileri haline gelen bizlerin de katkısı mutlaka olmalıdır. Bunun yolu da, devamlı yaptığımız gibi ağırlıklı olarak Türkiye değil, buraya odaklanmamızla olacaktır. Aksi tavır ve duruşlar, konuşup karışan değil, konuşulup, tartışılanlar olmaya devamdır. Tercih bizlerin..