Bu da geçer…

Son günlerin vazgeçilmez konusu Korona Virüsü.  Hepimiz korku içindeyiz. En sevdiklerimizle bile aramıza mesafe koyduk. Bahar geldi, çiçekler açtı, nihayet kendimizi sokaklara atabileceğiz derken evlere kapandık.

Mizansen ve fotoğraf: Esin Erel Nicoara
Mizansen ve fotoğraf: Esin Erel Nicoara

KUŞKONMAZ MODA MI OLDU ? 

Dünyayı kasıp kavuran deli oğlan Corona’dan korunmanın en etkili yöntemi bağışıklık sistemini güçlendirmek. Mevsim bahar ! Yakında yol kenarları, marketler her yer “Sebzelerin kralı, kralların sebzesi” denilen kuşkonmaz ile dolup taşacak. 

Antik çağlarda tarım amaçlı olarak yetiştirilmeye başlanan kuşkonmaz eski Yunan ve Romalılar’dan beri çok sevilen değerli bir besin kaynağı. Kuşkonmaz harika bir vitamin, mineral ve esansiyel protein kaynağı. A vitamini, B vitamini, folik asit, C vitamini, E vitamini, demir, bakır, kalsiyum, protein ve lif gibi minerallerle doludur  O zaman hazır mevsimide gelmişken bol bol tüketmekde fayda var. 

ET Mİ ? OT MU?

Günümüzün modası Vegan / Vejetaryen beslenmek. Her şeyden önce vejetaryenlik bir beslenme biçimi, veganlık ise yaşam biçimi. Hayvan kökenli gıdaları ve diğer hayvansal ürünleri kullanmayı reddeden veganların sayısı giderek artıyor. Sözümüz bunu hayat tercihi olarak şeçenlere değil, ama sezonluk moda trendi gibi sırf fiyakalı olsun diye uygulayanlara. 

Sosyal Medya Etkisi 

Bu konuda sosyal medyanın etkisi çok büyük. Bu yolculuklarını paylaşanlar sayesinde vegan/vejetaryan olmanın bir statü kaynağı olduğu yönünde algılar oluştu. 

Kırk yıldır yediğimiz peynir, ekmek, domates „köy kahvaltısı“ olarak nitelendirilip, Instagram sayfalarında yer almaya başladı. Yanına iki kuru kayısı, birkaç ceviz de eklenince lüks cafelerde bu kahvaltıyı yemek için servet öder hale geldik. İnekden sağılan süt de artık devrini kapattı. Gündem de Badem sütü, Soya sütü var. 

Fatma Teyzenin yıllardır köyünün tarlasında kendi çapında yetiştirdiği domates aniden „köy domatesi“ sınıfına atlayıp, birbiri ardına açılan Organik Market raflarında yerini aldı. Ayşe Hanımın Çifliği, Saniye Anne doğal ürünleri … online organik gıda satan yerlerden alışveriş etmek doğal beslenme modasının olmazsa olmazı. Bu durumda semt pazarında kilosu 3 lira olan domates „organik“ olarak adlandırılınca fiyatı da çeyrek altınla yarışır hale geldi. 

Veganlık bir kültürdür !  

Şehirler her geçen gün aşırı kalabalıklaşıyor, daha büyük ekonomiler oluşuyor. Bu da tüketim ihtiyacını arttırıyor. Veganlık kültürü hayvansal sömürme ile elde edilen gıda, içecek, giyecek gibi ürünlerin kullanımına karşı olan bir kültür.

Et obur bir dünyada Vegan olmak. O kadar da kolay olmasa gerek. Şehirde gezerken etrafa bir göz gezdirin. Kebapçıdan bol birşey yok. Veganların görüşüne göre nasıl sigara paketlerinin üstünde „sigara kanser yapar“ vs. uyarıları yer alıyorsa, yakında aynı uyarılar etlerin üzerine de yazılacak.  İhtiyacı karşılamak için piyasaya sürülen birçok et ürününün sağlıksız olduğu kanısındalar.

Gerçekten sağlıklı mı?

Uzmanlar günümüzde  kişilerin vegan beslenme ile ilgili çok fazla bilgi sahibi olmadıklarını, sağlığa ne kadar faydalı, ne kadar zararlı olduğundan bihaber olduklarını belirtiyor. Bu beslenme yönteminin her tek tip beslenme gibi sağlığa bazı yararları olsa da zararları da oldukça fazla. Nasıl sağlıksız beslenmek çeşitli hastalıklara davetiye çıkartmak gibiyse, sağlıklı beslenme adı altında bazı diyet türlerine obsesif derecede bağlılık da başka hastalıklara işaret ediyor. 

BU DA GELİR BU DA GEÇER 

Son günlerin vazgeçilmez konusu Korona Virüsü.  Hepimiz korku içindeyiz. En sevdiklerimizle bile aramıza mesafe koyduk. Bahar geldi, çiçekler açtı, nihayet kendimizi sokaklara atabileceğiz derken evlere kapandık. 

Bu da geçecek !

Seyyahın yolu uzak bir diyarda şirin bir köye düşer. Köylülere, tanrı misafirini ağırlayacak biri var mı diye sorar.

Köylüler, seyyaha, ancak çiftlik sahibi Süleyman diye birinin yardımcı olacağını ve oraya gitmesini söylerler.

Seyyah yoldayken birkaç köylüyle daha sohbet eder. Köylülerden Süleyman’ın, o yörenin en zenginlerinden biri olduğunu birde Hasan isimli bir başka çiftlik sahibi olduğunu öğrenir.

Seyyah, Süleyman’ın çiftliğine ulaşır. Köylülerin dedikleri gibi Süleyman misafirini çok iyi karşılar. Seyyah çiftlikte yer, içer ve dinlenir. Süleyman’a ve ailesine kendisini çok iyi ağırladıkları için teşekkür eder ve tekrar yola çıkmadan önce der ki:

– Böyle nimetlerle ödüllendirildiğin ve zengin olduğun için hep şükretmelisin.

Süleyman de seyyaha der ki:

– Zenginlik dediğin nedir ki, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen gerçek, görünen değildir. Bu da geçer…

Seyyah, Süleyman’ın yanıtını uzun uzun düşünür… Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, seyyahın yolu yine aynı köye düşer. Süleyman’ı ziyaret ederim, beni yine güzelce ağırlar diye düşünür. Köylülerle konuşurken Süleyman’ın fakirleştiğini Hasan’ın yanında çalışmaya başladığını öğrenir.  

Seyyah, Süleyman’ı merak eder ve Hasan’ın çiftliğine gider. Süleyman’ı eski püskü elbiseli, birazda yaşlanmış halde bulur. Nasıl oldu da hizmetkar olduğunu sorar. Süleyman çiftliğinin bir sel felaketinde yıkıldığını, tüm hayvanlarının telef olduğunu, topraklarının da işlenemez hale geldiğini, tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Hasan‘ın yanında çalışmak zorunda kaldığını anlatır. Seyyah, Süleyman’ in haline üzülür.

Süleyman, yine de seyyahı bir yere bırakmaz, son derece mütevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır.

Seyyah, vedalaşırken, Süleyman’a olup bitenlerden ne kadar çok üzgün olduğunu söyler ve Süleyman’dan su yanıtı alır:

– Üzülme… Unutma, bu da geçer…

Uzun yıllar geçtikten sonra, seyyahın yolu yine aynı bölgeye düşer. Eski dostuna ziyarete gider. Bir süre önce ölen Hasan, ailesi olmadığından, bütün varını yoğunu, en sadık hizmetkarı ve eski dostu Süleyman’a bırakmıştır. Süleyman, Hasan’ın konağında oturmaktadır. Büyük arazileri ve binlerce sığırı ile yine o yörenin en zengin insanı olmuştur. Seyyah, eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar çok sevindiğini dile getirdiğinde yine aynı yanıtı alır:

– Bu da geçer…

Birkaç yıl sonra Seyyah yine Süleyman’ı arar. Ona bir tepe gösterirler. Tepede Süleyman’ın mezarı vardır ve mezar taşında şöyle yazmaktadır:

“Bu da geçer…“

Seyyah, üzgün bir şekilde, “Allah Allah, ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider.

Ertesi yıl, Seyyah, Süleyman’ın mezarını ziyaret etmek için geri döner ama ortalıklarda mezar falan kalmamıştır. Büyük bir sel gelmiş, bütün tepeyi silmiş süpürmüş ve Süleyman’ın mezarından geriye hiç eser kalmamıştır.

O yıllarda, ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Bu öyle bir yüzük olacaktır ki, sultan mutsuz olduğunda umudunu tazeleyecek, mutlu olduğunda da, mutluluğun rehavetine kendini kaptırmasını önleyecektir.

Hiç kimse, sultanın istediği gibi bir yüzük yapamaz. Sultanın kuyumcusu seyyahın eski bir dostudur, ondan yardım ister. Seyyah, nasıl bir yüzük yapacağını dostuna söyler.

Kuyumcu yüzüğü hazırlar ve yüzük sultana sunulur. Son derece sade bir yüzüktür bu, Sultan yüzüğü inceler ve gözü üzerindeki yazıya takılır. Üzerinde biraz düşünür ve yüzü aydınlanır. Tam da istediği gibi bir yüzük olduğu için mutlu olur.  

Yüzüğün üzerinde ne mi yazıyor?

“Bu da geçer…”