Seçimler ve Kavgalar

4 Haziran’daki seçimler sadece Türkiye’de değil Avrupa’da ve Almanya’da da bir hayli spekülasyonu ve çekişmeyi beraberinde getirdi.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından açıklanan seçim takvimine göre 24 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler için yurt dışında yaşayan seçmenler 4-17 Haziran tarihleri arasında, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması durumunda ise 30 Haziran- 4 Temmuz tarihlerinde oy kullanabilecek. Bununla ilgili teknik hazırlıklar büyük bir hızla yürütülüyor.
Partiler seçimlere ilişkin çalışmalarını başlatırken, Alman kamuoyunda yoğun şekilde referandum döneminde birçok çekişmeye yol açan propaganda çalışmaları ve mitingler tartışılmaya başlandı. Alman kamuoyu, yetkililer ve siyasi çevreler Türk partilerinin Almanya’da seçim kampanyası ve bilhassa miting yapmasına kesinlikle karşı. Referandum döneminde ve onun ardından yaşananların birçok çevreyi bunun iç barışı ve kamu güvenliğini tehdit ettiği noktasına getirdiği görülüyor.
Siyasi çevreler propaganda yasağının sadece iktidar partileri ve Recep Tayyip Erdoğan’ı kapsamadığını, tüm partiler için olduğunu ifade ediyorlar. Bunun uygulamada ne derece yerine getirileceğini zaman gösterecek. Çünkü birçok Alman siyasi çevrenin bazı partilere örtülü-açık destek verme eğiliminde olduğu biliniyor.
Anlaşılan demokratik seçimlerin ayrılmaz bir parçası olan propaganda çalışmalarının engellenmesinin ne derece doğru olduğunu daha uzun süre tartışacağız. Almanya’daki yasağın sadece bu ülke ile sınırlı kalmayacağı ve Türklerin yaşadığı tüm ülkeler tarafından örnek alınarak uygulanacağı görülüyor. Avrupa Birliği tarafından daha yapılmadan seçimlerin ‘Avrupa kriterlerine ve demokratik teamüllere uygun olmadığını’ ilan eden talihsiz açıklaması bu tavrı güçlendirici yanlış bir adımdır.
Bu tartışmalar arasında yurt dışında yaşayan Türkler esas tartışmaları gereken konuları ne yazık ki gündeme getiremiyorlar. Nüfus itibarı ile ve seçilecek milletvekili sayısının 600’e çıkarıldığından hareketle normalde yurt dışındaki Türkleri temsilen Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ne an az 40 milletvekilinin girmesi gerektiği açıktır. Ne yapılan yeni Anayasa’da ne de uyum kanunlarında bu husus dikkate alınmamıştır. Hiçbir siyasi parti içteki çekişmelerden kafasını kaldırıp yüzünü yurt dışındaki vatandaşlara çevirmemektedir. Partilerin yurt dışındaki uzantıları da emir kulu konumuna sokulup talep edemez hale getirildiklerinden bu hususta her hangi bir etkileri söz konusu değildir. Bu durumda iş kala kala şahsi gayretleri ile vekil seçilebilecek ve sayıları ikiyi-üçü geçmeyecek kişiye kalmaktadır. Bu, kabul edilemez bir adaletsizliktir. Türkiye’deki siyasi partiler bu adaletsiz tutumda ne yazık ki yıllardır ısrar etmektedirler. Türkiye söz konusu olduğunda her şartta bayrağını alıp yollara düşen insanlara karşı büyük bir vefasızlık yapılmaktadır.
Yurt dışındaki insanlarımız mecliste yeteri kadar temsilcileri bulunmadığından ve hem Türkiye’nin döviz hem partilerin kaynak ihtiyacını karşılama hususlarında eskiden oynadıkları rolü oynamadığından gittikçe dışlanır bir konuma itilmişlerdir. Partilerin artık gurbetçilerden sadece karşılıksız oy istediği görülmektedir. Kampanya yasaklarının etkisi ile partiler bunu da yapamaz hale geldiklerinde insanlarımızın dikkate alınmaması ve sahipsizliği daha da artacaktır.
Son yıllarda Avrupa’da ve özellikle Almanya’da birçok kazanılmış hakkın elimizden geri alındığına şahit olduk. İkili ilişkilerin ideolojikleşmesi, sun’î gündemler ve yaşanan krizler bunu çoğaltmıştır. Meclisten dışlanma süreci hak kayıplarımızı daha da arttıracaktır. Sahipsiz bir topluluğun ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel haklar konusunda ne kadar direnebileceği meçhuldür. Bunların yanında yabancı karşıtlığı, ırkçılık, Türk düşmanlığı, islamofobya, ayrımcılık, dışlama gibi birçok problemle karşı karşıyayız. Bizim içimizden çıkan, bizi ve yaşadığımız ülkeleri tanıyan, problemleri ve çözüm yollarını bilen vekiller olmaksızın bu konularda başarılı olmak mümkün değildir. Gönül almak kabilinden atılan nutukların, karşılığı olmayan sırt sıvazlamaların, iş olsun diye hazırlanan ve yaptırıma dönüşemeyen raporların hiçbir derde deva olmadığı bilinmektedir. Elbette konu sadece seçilme hakkı ile sınırlı değildir, ama bu bile vaziyetin ne kadar ciddi, nazik ve ürkütücü olduğunu göstermeye kafidir. O nedenle korkarım ki, bir seçim dönemi daha yurt dışındakiler için hayal kırıklığı ve yeni problemleri beraberinde getiren bir süreç olacaktır. İnşallah yanılıyoruzdur.