Din-Siyaset ilişkisi

Dr. Cemil Şahinöz yazdı:
Dr. Cemil Şahinöz yazdı:

Din-Siyaset ilişkisi müslüman toplumlarda sürekli tartışılmıştır. Peygamber Efendimizin bir yönüyle toplumun yöneticisi olması ve pratikte Medine Devletinin kurulması, müslüman ilahiyatçıların din-siyaset ilişkisine değinmelerini beraberinde getirmiştir. Öte yandan olayın sadece teolojik boyutu değil, sosyolojik boyutu da tarihsel açıdan önem arz ediyor. Çünkü müslüman toplumlarda yada diğer bir adıyla “İslam devletlerinde“ padişahların ve İslam alimlerinin konumu her zaman tartışılmıştır.

Bu ilişki sadece müslümanlara has bir tartışma konusu olmamış. Özellikle hristiyan dünyasında da, en geç Roma İmparatorluğundan itibaren bu ilişkinin boyutları tartışılmış. Orta asır vahşeti döneminde zaman zaman kilise ve devlet birbirlerine meşruiyet vermişler, zaman zaman da güç ve hükümdarlık kavgaları arasında birbirlerine rakip olmuşlar. Hz. İsa (a.s)´a atfedilen “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını da Tanrı’ya verin“ sözü bu gerçeği yansıtıyor.

Müslüman toplumun içerisinde de aynı meşruiyet dağılımları yaşanmış. İbn Saud, Muhammad İbn Abd al-Wahhab´ın kızıyla evlendikten sonra, devlet lideri Saud, Abd al-Wahhab´a dini meşruiyet, Abd al-Wahhab da İbn Saud´a siyasi meşruiyet veriyor. Bu ittifak sebebiyle bugün bildiğimiz Suudi Arabistan devleti ve Vehhabilik zihniyeti oluşuyor. Şiilik´te de din-siyaset ilişkisi ilahiyat fakültelerine konu olmuştur. Bu eksende Ayetullah-devlet ilişkisi tartışmalarda ön planda yer alır.

Literatüre baktığımızda İslam dini genel anlamıyla bir devletin nasıl oluşmasıyla ilgili bir tarif yapmıyor. Zaten devlet dediğimiz kavram, Platon´un devlet anlayışıyla kıyasladığımızda, en basit şekliyle bir şehrin organizesini üstüne alan, görev olarak yerine getiren bir aygır, modern tabirle yönetme sanatını gerçekleştiren en büyük kurum. İslam bu devletin organizesiyle ilgili bir şekil tarif etmezken, ahlaki ve etik kuralları önplana çıkararak, hem şahıslar için hem kurumlar için bir davranış modeli ortaya koyuyor. Bu modele göre de bir devlet anlayışı, bir sistem oluşabilir.

Bu sistemin şekillendirilmesine hem dindar insanlar, hem de dinden uzak şahıs ve gruplar talip olur. İktidar alanını şekillendirmek için her şahıs, grup, kurum kendi ideolojisini, anlayışını, dünya görüşünü ve inancını yansıtmak ister. Sonu “izm“ ile biten ideolojiler, komunizm, bolşevizm, sosyalizm gibi, toplumu ve iktidar alanını şekillendirmek düşüncesi ve hareketiyle ortaya çıkmıştır. Bu ideolojiler kendi dayattıkları sistem sayesinde devlet sisteminin sahibi olarak önplana çıkmışlar.

İktidar alanı ise, servet ve güç ile orantılı olduğu için insanoğluna cazip gelir. Sırf bu sebeple bile yukarıda bahsettiğimiz ahlaki ve etik kurallar bu alanı şekillendirmek için gereklidir. Aksi takdirde siyaset alanı, psikolojileri bozuk, nefsine kurban ve ahlaki değerleri hiçe sayan insanlarla dolar. Bu yüzden Mark Twain “Politikacılar her sabah iki defa tıraş olmak zorunda, çünkü iki yüzlüdürler“ der. Peygamber Efendimiz ise iktidardakilerin güç ve makam kullanmak yerine, halkın hizmetçileri olduğunu bildirmiştir: “Bir kavmin efendisi onlara hizmet edendir.” Ki siyasetçiler, temsilci olarak, devletin organizasyonunu birilerinin yapması gerektiği için seçilirler. Onlara güç vermek için seçilmezler.

İktidar alanına muhafazakar kesim ve şahısların da talip olacabileceğini yukarıda yazmıştık. Fakat cemaatlerin ve dini grupların siyasallaşması tehlikesini de gözardı etmemek gerekir. İslam tarihinde dinin siyasallaşmasıyla ilgili bir takım sıkıntılar yaşanmıştır. Özellikle sapkın bir kaderci anlayış, “Bu sizin kaderiniz, bunu kabullenmek zorundasınız. Bu durumu değiştiremessiniz.“ diyen siyasetçileri meydana getirmiş. Hasan el-Basri´nin Kader Risalesi bu anlayışa nefis bir cevaptır.

Dinin siyasallaşması neticesinde Cumhuriyet´in ilk yıllarında da bir dini vesayet oluşmuştu. Tek dini anlayış, tek tefsir, tek Kur´an meali, tek tip dindar insan anlayışı hakimdi.

Öte yandan din toplumun en temel güncel meselelerinden biri olduğu için dini, kamusal alandan uzaklaştırmak ve baskı altında tutmak yerine, onu kendi alanında yaşatmak gerekir. Nitekim sosyolojik araştırmalara göre, bu yapılmadığı takdirde modernite, dini alet eden terör örgütlerini meydana getiriyor.